16 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir Mayıs günü

Geçen onca uzun zamanın ardından yaşanan o kadar çok değişiklik var ki, her seferinde ertelenen bir yazının bırakmış olduğu boşluk biraz daha hevesimi kursağımda bırakmaya yetti. 


İstikrar konusunda biraz da ha kendimi sıkıştırmaya çalışacağım tabii ki. 


Sevdiceğim ile bir arada aynı evi paylaşıp, imzalarımızı dahi tüm şahitlerin önünde attıktan sonra tam 1 yıl geçmiş bulunuyor. Aslında hevesim hep bu süreci kalıcı kılabilmekti fakat, gerçekten her imzayı atanın yaşadığı süreci yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi. 


Hazırlıklar için harcanan uzun mesailer, emekler bir o kadar da yaşanan panik yaşanmaya değer mi bilmiyorum.. Bu kadarının içine girmeyi hiç bir zaman düşünmemiştik. Süreç farklılaşınca yaşantılar da farklılaşıyor. 


Sanırım bundan sonrasını gerisin geriye dönerek depolayacağım, istediğim arzuladığım bu. 
Başarabilirsem ne hoş.

14 Mart 2012 Çarşamba

Nerede değil Nerde Kalmıştık

Bugün metrobüsle köprü üzerinden geçerken birden bir inme indi bana; n'oldu dedim niye bu riyakarlık kendime, o sırada Ektomorf dinlemekteydim, kapıda şahsıma en yakın kişi de cep telefonuyla boğaz manzarasını çekmekteydi ve nerdeyse 2 aydır işe -ofise-öğlen gidip akşam üzeri çıkma gibi bir lüksiyete sahipken, eksik kalan bir şeyler olduğunu hissedersiniz ya, işte bunun hissiyatıyla kendime gelip burada şifremi hatırlamaya çalışırken buldum kendimi.

Google'ın servisi olan blogger'a hotmail adresiyle bağlanan sadece ben miyimdir diye serzenişte bulundum şifre yenileme işlemleri sırasında.

Açılışı yaptığımda karşılaştığım manzara hiçte hoş değildi tabi, kendinden geçmiş, temasını tasarımını kaybetmiş, takipçilerini kaybetmiş, en son yazısı 2009'un Nisan ayında yazmış, kimsesiz kalmış.

Sorun yok, geri gelmiş gibi oldum, olabildiğince geri dönmeye çalışırım. Yazmaya çalışırım ve niceleri.

Değişen çok şey var tabi, bu değişimlerle konular da bağımsızlığını kazanır eski rayında ilerlemeye devam eder. Elbette odak noktası farklı yönlere kaydığından sosyal medyanın içinde kaybolmaktan buraları biraz daha terk edilmiş oluyor, fakat elimizden geleni ardımıza koymayız.

Sevgi ve saygılarımızla deriz.


7 Nisan 2009 Salı

Son çıkan, bir Fanta reklamını izleyin sonra bir de Beko reklamını. Bu mudur reklamcılarım reklamcılık anlayışı. Hitap etikleri alan bu mu yani Fanta'nın. Sinirliyim.

20 Mart 2009 Cuma

Herkesin söyleyecekleri var.

Bazıları için haftanın son çalışma günü gibi gelse de aslında hiçbir şekilde haftanın ortasından farkı yok benim için. Artık Pazartesi sendromu diye bir şey kalmadı bünyede. O sendrom bütün günlere dağılmış durumda. Zira girilecek sınavlar, çalışan bünye, yoluna koymaya çalışılan bir hayat ve ortama yeniden ayak uydurmasyon taktikleri bir araya girince bazen insanlıktan çıkarak bir nevi boyut geçişi yapıyoruz.

Kendimi rahatlatmak adına sırf gaza geleyim, "nasıl bir hayat bu?" nun tadını çıkartayım, kendimi biraz şımartayım adına son çıkan albümlerinin de bir kaç şarkısını canlı canlı dinleme şansını yakaladığım canım Gojira'mın The Art of Dying şarkısına öküzleme giriyorum. Hiç kasmadan üst üste dinleyebilme kapasitesine sahibim. Bir kere canlı dinleyince hani kulakların duyduğu başka oluyor. Her ne kadar cd player dan dinlesekte yine de o gece orda duyduğum şekilde hatırlıyorum bu şarkıyı hep ve ömrüm boyunca da böyle kalacağına inanıyorum.
Fırsatlar her zaman değerlendirilmeli. Bunun uğuruna çok inanıyorum.

Bu gece de eve dönerken otobüsü tercih etmemin çok belirgin sebepleri vardı. Misal, ilk olarak, bütün gün çalışmış ve üstüne de 9.30 da mesaisini tamamlamış bir bünye olarak yorgundum. İkinci seçenek olarak,

15 Mart 2009 Pazar


15 mart bahara yaklaşırken tam ortada biryerlerde bir tarih. İçimiz kıpır kıpır bahar dürtüleri salgılarken, Ankara bizi süper bir süprizle karşıladı sabah. Mart kapıdan baktırdı kazma kürek yaktırdı mı bilemiyorum tabi ama botlarımızı kabanlarımızı yeniden yüklenmek zorunda kaldık. Neyseki yokuşlara çıkamayıp inemeyen otobüslerin gazabına uğramayıp yoluma yürümeye devam ettim.
Uyanır uyanmaz deklanşörle oyun oynamaya başladım ağaçların üzerinde birikmiş bembeyaz görüntüyü barındırmak isterken.

Akşama eve vardığımda yükleriz artık ancak balkonumuzdan çekebildiklerimi. Zamanım olsaydı sokaklara dökülüp yardırmak isterdim ama olmadı.

Nasıl kartopu oynamak istedim, içim gitti sabah sabah..

Bu da Orhan baba.

12 Mart 2009 Perşembe

Öteki Yüzlü Madalyonlar

Herkesin kendince bir ölüm anlayışı vardır. Yani herkes farklı şekillerde korkar ölümden. Ben mesela boğularak ve yanarak ölmekten fobi derecesinde korkuyorum. Ama bu ölümden korkmak anlamına gelmiyor, hani şunun gibi "eninde sonunda öleceğiz, ne zaman gelirse gelsin".

Bazı kimseler ölümü içlerinde büyütürken, bazı ki
mseler de sonrası için, ardında bırakacakları için ve hiçbir zaman hazır olmadıklarını düşündükleri için kafalarında olmadık senaryolar yazarak kendilerini üzmeyi başarabilirler. Yaşadıkları korkunç olaylar, hissiyatları, geçirdikleri ağır hastalıklar bunun için sağlam örneklerden bazılarıdır.


Misal benim annem bir kaç kez sağlam dönüşler yaşadı. Şükürlerimi ne taraflara saçabilirim bilmiyorum.


Bir de bunun anlaşılamayan kısmı var ki, olay artık insan psikolojisinde mi yoksa yaratılışlarında ve süründürdükleri yaşantıda mı yatıyor bilemiyorum.
Bizim ülke
mizde insanlar kefen parası barındırıyorlar. Ulan sen ölsen zaten her halükarda o para bir yerlerden çıkacak hea sahipsizsen de seni çöplüğe atıp yakmıyorlar ki. Ağır oldu biliyorum yadırgamayın ama söylemek istediğim şey aslında bahsettiklerim kadar karışık değil. Her şey ortada. Ne amaçla o parayı biriktiriyorsun, ne amaçla saklıyorsun istediklerin için harcamıyorsun, kendini eğlendirmiyorsun, o an gördüğün bir şey için, için giderken "kefen parası" diye içinden geçiriyorsun. Yahu bırak, ardında kalan adam "ulan bize de ne masraf oldu yahu gidişiyle" serzenişinde bulunmayacaktır herhalde. He ki bulunuyorsa bu tamamen seninle ilgili bir mevzudur, bundan sonra adımlarını düzgün atar sağlam gözlerle bakarsın etrafa. Diyorsan ki kime güvenebilirim ki arkamdan konuşan konuşur ben ayağımı en sağlam pabucuma sokayım da gerisi sorun yaratmasın, he o zaman sorarım; kime güvenmeyeceksin?


Anlamadığım anlamlandırmakta istemediğim pek çok nokta var kefen parası ile ilgili. Bir kült. Bir anneanne geleneği. Bir nevi önlem. Ölüme hazırlıklı yakalanma önlemi. Yahu ölümü bir ölen biliyor, lütfen rahat yaşar mısın azıcık. Söz bak her şey güzel olacak.


Biz kefen parasıyla eğleşirken başka milletlerde ise tabut derdiyle uğraşıyorlar. Ya bizim de onlar gibi kocaman yumuşacık yastıklı tabutlar içerisinde en şık kıyafetimizle yatmamız gerekseydi, he ne olurdu o zaman. Türkiye sınırları içerisinde böyle bir şeyi midem kaldırmazdı benim. Zaten o cesedin saatlerce topluluk içerisinde barındırılmasına hiç anlam verememişimdir.


Bazı yörelerin törelerinde hala daha var mesela. Ölen kişinin cesedi evin ortasına sere serpe serildikten sonra azgına da bir bıçak yerleştirilir, kıçına da pamuk cabası her zaman olduğu üzere.

Buna dayanabilen insanları büyük bir hevesle kutluyorum (kınıyorum). Helal olsun. Beden orda tepkisiz takılacak sen de daha çok acı çekebilmek için başında ağıtlar yakacaksın. Bana ters. Uymuyor törelerime.


Her şeyi söyleyemiyorum maalesef.


Kendine ait olan harikulade bir hayata sahipsin. İstediğin zaman kimseyi takmayabiliyorsun. Bazen kendini de takma. Düşünme böyle şeyleri rahat ol.


“Ölüm de hayat ta her şeyden daha değerlidir” demiş Joseph abim.


Nerden çıktı şimdi bu konu diyebilirsiniz bir anda yazma isteğiyle kavruldum alakasız.


Atıyorum ve de tutuyorum , top benim istediğim gibi oynarım..

22 Şubat 2009 Pazar

Ordan Burdan Şurdan

Geldiğimden beri minik kardeşimi göremediğim için yanına Isparta'ya ziyaretine gittim. Pek fazla kalmadım bir iki günlük bir mevzu idi. Kurdukları Rock Topluluğu ile haşır neşir oldum pekte başarılı gördüm kendilerini.

Isparta minik öğrenci şehirlerinden hiç farklı olmayan, öğrenci olmasa yobazlığın göbeğinde kalacak olan şehirlerden başka birtanesi. Tek bir sokağı, yeni yapılmış bir otogarı, sürekli gelişmekte olan üniversitesi var işte.

Ispartaya gül şehri diyenlere koyam afedersiniz. Geçmişini - tarihini hiç bilemem ama kış ayından olmasından mı yoksa bambaşka sebeplerden dolayı mı bilemiyorum tek adet gül görmeden geldim ki, minik kardeşim 4 senedir aynı şehirde olmasına rağmen tek bir gül görememiş şimdiye kadar. Aha ancak içinde herşeyi gülden ibaret olan zımbırtıları var. Gül sabunu, gül macunu, gül lokumu, gül kolonyası, gül ruju :s ...

Ben de sırf istenen lokum yüzünden girdim, yoksa Isparta'da gireceğim en son yer bu gibi yerler olurdu.
Ispartanın beni tek etkileyen noktası her bir yanını çevreleyen dağlarıydı. Herbirinin adını bilmiyorlardı fakat enbüyüğü Davros'dan daha ihtişamlı bir dağ vardı ki gözlerimi alamadım üzerinden.

Bıyrın..

Ardından gelen hafta sonu garip bir hafta sonuydu. Haftasonunun ilk günü, uzun zamandır tanığımız eski bir komşumuzun ava çıkma bahaneysiyle evden çıkıp, intahar etmesini öğrenmemiz oldu. Beklenmedik olaylar insanları şok edebiliyor, hala daha arada bir aklımın takılmasından şoku pek atlatamadığımı sezinliyorum.

Bügün de akşam sularında, öğlen ders verdiğim öğrencilerden birinin kaybolduğunu öğrendik. Minicik bebeden haber alabilmeyi umuyorum..

Sağlıcakla.

10 Şubat 2009 Salı

Dönmüş bir şeyin kısa hikayesi..

Döndüm ya artık hiç yazasım yok ki zaten yazamıyorum da.. Bir sürü iş güç peşinde koşturmaca yapacağım. Yeni düzenlemeler, alışma çabası, uyum sağlama eylemleri, kendine gelmeler, ne olduğunu şaşmalar. Türkler biz Türkler.

Gelir gelmez zaten sevdiceğimle Şile'ye gittik. Pek şahaneydi hava şansıma. Gezdik, dolandık ve Şile'nin bir anda boşalabilmeyi becerebilen sokaklarında fink attık. Oturduk şarap içtik denize karşı. Sahilde poz veremedik, bu en muhteşemi düşünün artık. Kahvesi çok güzel olan bir kafesinde kahve içtik otobüsümüzü beklerken. Akşama da sevdiceğimin ailesinin yanına gittik. Bence pekte şahane kısmı buydu Şile mevzusunun. Necla anneyle televizyon programındakilerin dedikodusunu yapıp durduk. Yemek tarifleri aldık, bana ördüğü şal ile beraber dakikalık defileler yaptık.
Ertesi gün sevdiceğimle köyü gezdikte durduk, bahçelere girdik çıktık, çamurlara battık -yalan- sırf ayağıma giydiğim süpsüper lastik bot yüzündendi ehu.. pek seviyorum lastik botları ilgim var kendilerine.
Zaten bir gece kalıp İstanbul'un yolunu tuttuk.
Geçmiş oldu geride kaldı ama tadı damağımda kaldı tabii ki.
Yine yeniden yollarını gözlemekteyim bu kaçamağın.
İyi akşamlar sıkıldım yeter.

29 Ocak 2009 Perşembe

Pilates gunleri..

Dun pilates yaptik.

Hemen bu cumleden sonra sanmayin ki zayiflamaya calisiyorum. Cok merak ettim pilateste pilates dediler durdular, ben de ne mevzuymus anlamak istedim.
Benim yerime gececek olan Bulgar-Turk arkadas dedi "ben yapiyorum, sana gosterem", benim gozlerim felfecir okudu tabi. Dedi ki "benim bu kivrimlari bu sayede kazandim, bir ara 55 kiloydum 2 hafta sonrasinda farkini anlayabiliyordum, simdi 49 kiloyum" dedi. "Yok artik" dedim "helal bisigmis" dedim.

Gectik odaya giyindik rahatlarimizi. "Ilk once, pilates zayiflamaktan ote sekil kazandiriyor" dedi, "ben de zaten daha fazla zayiflarsam sokaga cikmaya utanirim" dedim. O da onayladi. Basladi sekilleri gostermeye. Oyle egil boyle kalk, soyle yat, surani ger, burani uzat, surandan cek, burandan nefes al, surasini kas filan derken biz bir saat filan kasildik durduk. "Amaan" dedim bu mu lan pilates pilates. "Oyle deme ama yarin farkedersin" dedi, "ben simdiden hissedebiliyorum" dedi, he dedim he hepte hissedilir zate. "Ben" dedim, "yillarca surekli olmaksizin aklima estikce geceleri yatmadan 50 adet yarim mekik cektim, ahanda bak karnim nasil da kasli" dedim, "hani" dedi, "iste" dedim, "oha harbiden" dedi, "olsun sen su an gobegim olduguna bakma" dedim, "La o da gobek mi" dedi, dedim "ya ne peki", "bisig olmaz ondan" diyip pek diger herkesler gibi agzinin ucuyla guldu bana. Ben de yine kendimi herzaman bu anlarda oldugu gibi hissettim.

Off harbiden kasiyormus agritiyormus geriyormus. Hakki varmis dinlememisim vah bana vahlar bana. Ama soyle birsey var ki gercekten super birseymis sevdim ben bu isi cok eglenceli. Bakin nasilda sekilliyim su anda, resmen elimle sekiz cizebiliyorum bedenimde, o denli yani.

Hersey bir yana ise yarayabilecegini dusunuyorum. Sekilli olan arkadasimin ve sekillenmeye baslamis benimin fotografini da koyayim da o olsun.

Kendime bol pilatesli, size de bol AKP'siz gunler dilerim..

hani la bisig belli olmuyor diyip artistlik yapmayin..

20 Ocak 2009 Salı

Olm cok guzel yerler lan..

Artik son zamanlar oldugu icin surekli atraksiyon halindeyim. Bu hafta sonu da cuma gecesinden kendimizi yollara vurarak, Kuzey Gallerin sirin bir kasabasi olan Llanberis'in dag eteklerine dogru kurulmus eski bir evden bozma kucuk konaklama mekaninda kaldik. Ingilizler boyle yerleri "hut" olarak adlandiriyorlar.

22 kisiyi agirlayabilen sicak suyu, dusakabini, tuvaletleri, mutfaginda 5-6 adet ocagi, firini ve mikrodalga firini, buzdolabi olan -hepsi birbirinden minyatur- milyonlarca kasik, catal, tabak, bardak bulunan aradiginiz herseye ulasabileceginiz esyalar, sadece tek kisinin sigdigi minicik bir merdivenle yatakodasina cikilabilen bir mekan. Fakat yatakodalarinda yataklar degil duvardan duvara dosenmis sungerler bulunuyor, siz de uyku tulumunuzu atiyorsunuz ustune, eger sicak su torbanizi almadiysaniz kiciniz donarak uyuyorsunuz.
Kendi yiyeceginizi kendiniz getirip mutfaktaki raflara ve buzdolaplarina yerlestiriyorsunuz zira 2 gun boyunca kalacaginiz ve en yakin alisveris merkezi 4 mil(6.437376 km*) uzaginizda oldugu icin olabildigince tedarikli gidiyorsunuz. Hazir corbalar hazir yemekler hazir meyveler hazir etler hazir mideler.. girla gidiyor yani, o kadar hazir ki yemek bile gerekmiyor o kadar yani. Evet!
Ickilerinizi kesinlikle eskik etmiyorsunuz zira baskalari gurul gurul gotururken siz ancak sutlu cay iciyor oluyorsunuz. Muhakkak yaninizda abur cubur goturuyorsunuz zira sonradan feci lazim oluyor. Ozellikle bol bol cuklat aliyorsunuz ki enerji depolasin ;)
Bu sefer ki ziyaretimizin amaci Ingiltere'nin ve Galler'in en yuksek dagi olan Snowdonia'ya tirmanmakti. Snowdonia kucuk bir dag aslinda Turkiyedekilere kiyaslayacak olursak. 3,560 ft (1085m) yuksekliginde kafasi surekli bulutlu olan bir dag.
Cumartesi gununun sabahi saat 10'da tamamen hazirlanip koyulduk yollara. Havanin soguklugunun derecesini henuz algilayamadigimiz icin giydiklerimiz inanilmaz bunaltici ve sicak geliyordu. Ilerleyen saatlerde harcadigimiz enerji dagin eteklerinden yukari dogru ciktikca iyice vucudumuzda kendini gostermeye baslamisti ki, saatte ortalama 50mil (80.4672 km*) hizla surekli bizi yalayip gecen ruzgar dagin doruklarina gore siddetini koruyacagini gosteriyordu. Evet bir kac kez uctum ruzgardan itiraf edebilirim ama hala yasiyorum :D Patikalar insanlar tarafindan olusturuldugu icin en fazla 2 kisi yan yana yuruyebiliyorsunuz ki ben de akillilik edip kocaa Charles' i almistim yanima. Yine yeniden Turkiye'nin ne de boktan bir ulke oldugundan bahsettik hehu. Dolayisiyla Charles'in koca bedeni ruzgardan cok fazla etkilenmemi sagladi yoluma sapasaglam devam edebildim boylece. 47 kiloyum diyorum guluyorlar la. Ama o gun bi 54 kilo vardim sanirim :D neyseymis..
2,5 saatlik ruzgar tipi ve bulutlarla olan kavgamizdan sonraya zirveye varmanin hazzindan birbirimizi goremez hala gelmistik. Hakkaten goremiyorduk ama, cunku herkesin kafasi onunde sapkalarinin berelerinin icinde gizlenmis sekildeydi. Zirveye vardigimizda yemekliklerimizi cikartip yemeye calistik ama pek mumkun olmadi(**)Parmak uclarinizi hissedemezken pek birsey yapabilmeniz mummkun olamiyor cunku. Zira ben iki adet eldiven kullaniyordum ama yine de kar etmedi.. Ben salak oldugum icin sicak icecegimi barakada unuttum dolayisiyla onnun bunun cocuklarinin iceceklerine dadanamazdim o yuzden sopsogucacik suyumdan iceyim bari dedim. oh afiyet oldu. Yine de ikram edenler oldu sagolsunlar Rosicigim kiyamadi :s
Herseyi cok cabuk halletmemis gerekigi icin elimizden geldigince yapacagimizi yaptik toparlandik ve inis yolumuza koyulduk. Donerken de elbetteki sert ruzgarlar yakamizi birakmadan ilerliyordu. Patiklarin birinde hala daha buz kalintilari kaldigi icin Charles bana yardim edebilmek adina arkama gecip cantamdan tutmaya basladi. Ben kayarsam tutacak. Seferi tamamlayip geri dondumuzde bir ara arkamda cantama asili halde kalip, kendi etrafinda donmeye baslamis anten kaymis buzdan, ben de mal, hic farketmemisim yola devam.. Adam pek guldurdu beni yorgun argin..
O gece saat 2,5-3 civarlarinda kaldigimiz yerde esen ruzgarin saatte 95mil(152.88768km*) oldugunu saptamislar. Ne kadar kaslarim kalkik sekilde dinlediysem de inanirim cunku bir ara ruzgar sesine uyandigimi hatirliyorum..
Donerken bastiran muhtesem yagmur, dusa oyle girilmez boyle girilir dedi resmen, barakaya vardigimizda sapir supur sular damliyordu uzerimizden. Fakat donerken muhtesem bir sey oldu. Barakaya varmamiza 400m kala -yokus yukari inanilmaz zor oluyor yagmurda yurumek- biz sadece 3 kisi kalmistik geride; Ben, Rosi ve Charles. Etrafima bakmayi birakin onume bile zor bakiyordum o yagmurda ki birden bire yanimda bir arazi araci durdu. Arkasi pickup olanlardan ici kopek doluydu, on tarafinda Rosi'yi bana isarete ederken gordum. Ciftciymis aracin sahibi sagolsun, Rosi de arkadasim minicik bisig zaten onu da alabilir miyiz diyince durmuslar yanimda. e Charles da kafasini onune egip yoluna devam ediyordu ki adam; "isterseniz bir sorun on tarafa oturak isterse buyursun" dedi, ulan dedik atla olum on tarafa -on taraf dedigim de motor kapaginin ustu-Biz tabi kkopmaya basladik Rosi'yle. Bir kac hafta once izledigimiz Death Proof gelmsiti aklimiza. Gulmekten adama zor tesekkur ettik bizi varacagimiz yere biraktiginda.

Barakaya girdigimizde Charles'la goz goze gelince koptuk, "Death Proof" dedik ucumuz bir agizdan. Barakaya onceden varmis ve isinmaktan mayismis tiplerin bizi anlamasini beklemiyorduk zaten. Butun gece nasil death proofculuk oynadigini anlatti adam ya. Kiskanmadim desem yalan olur, uzulurum.

Kendime geldigimde solunum yollarimi usuttugumu anladim, harika bir sanci gogus kafesime surekli basinc yapiyordu. Elbetteki aldigim derin nefesler, icemedigim sicak icecek ve onun yerine ictigim soguk su tahris etmisti solunum yollarimi. 1-2 saatlik dinlenme uykusu, sicak su torbasi ve sedergine yardimiyla kendime geldim. Ustune ictigim sicacik corba ve sicak limonlu cayla artik hersey yolundaydi. Rahatca oyun oynayabilirdim artik :G

Kissadan hisse diyesim geldi ama o kadar uzun yazmisim ki ben bile ilk gordugumde okumak istemem bu yaziyi hehe.
Kissadan hisse bir eldiven, bir sicak icecek ve gerekli ekipman boyle bir durumda bir hayat kurtarir..
Ertesi gunu baska zamana..
Darisi basiniza..

*Anglo Saxson olcu birimlerinden hoslanmayanlara.
** Zirve fotograf makineme zarar verecek kadar tehlikeli durumdaydi zaten bulut icerisinde oldugumuz icin hicbirsey gorunmuyordu..
fazladan yildiz Charles mor montlu eleman..