20 Mart 2009 Cuma

Herkesin söyleyecekleri var.

Bazıları için haftanın son çalışma günü gibi gelse de aslında hiçbir şekilde haftanın ortasından farkı yok benim için. Artık Pazartesi sendromu diye bir şey kalmadı bünyede. O sendrom bütün günlere dağılmış durumda. Zira girilecek sınavlar, çalışan bünye, yoluna koymaya çalışılan bir hayat ve ortama yeniden ayak uydurmasyon taktikleri bir araya girince bazen insanlıktan çıkarak bir nevi boyut geçişi yapıyoruz.

Kendimi rahatlatmak adına sırf gaza geleyim, "nasıl bir hayat bu?" nun tadını çıkartayım, kendimi biraz şımartayım adına son çıkan albümlerinin de bir kaç şarkısını canlı canlı dinleme şansını yakaladığım canım Gojira'mın The Art of Dying şarkısına öküzleme giriyorum. Hiç kasmadan üst üste dinleyebilme kapasitesine sahibim. Bir kere canlı dinleyince hani kulakların duyduğu başka oluyor. Her ne kadar cd player dan dinlesekte yine de o gece orda duyduğum şekilde hatırlıyorum bu şarkıyı hep ve ömrüm boyunca da böyle kalacağına inanıyorum.
Fırsatlar her zaman değerlendirilmeli. Bunun uğuruna çok inanıyorum.

Bu gece de eve dönerken otobüsü tercih etmemin çok belirgin sebepleri vardı. Misal, ilk olarak, bütün gün çalışmış ve üstüne de 9.30 da mesaisini tamamlamış bir bünye olarak yorgundum. İkinci seçenek olarak,

15 Mart 2009 Pazar


15 mart bahara yaklaşırken tam ortada biryerlerde bir tarih. İçimiz kıpır kıpır bahar dürtüleri salgılarken, Ankara bizi süper bir süprizle karşıladı sabah. Mart kapıdan baktırdı kazma kürek yaktırdı mı bilemiyorum tabi ama botlarımızı kabanlarımızı yeniden yüklenmek zorunda kaldık. Neyseki yokuşlara çıkamayıp inemeyen otobüslerin gazabına uğramayıp yoluma yürümeye devam ettim.
Uyanır uyanmaz deklanşörle oyun oynamaya başladım ağaçların üzerinde birikmiş bembeyaz görüntüyü barındırmak isterken.

Akşama eve vardığımda yükleriz artık ancak balkonumuzdan çekebildiklerimi. Zamanım olsaydı sokaklara dökülüp yardırmak isterdim ama olmadı.

Nasıl kartopu oynamak istedim, içim gitti sabah sabah..

Bu da Orhan baba.

12 Mart 2009 Perşembe

Öteki Yüzlü Madalyonlar

Herkesin kendince bir ölüm anlayışı vardır. Yani herkes farklı şekillerde korkar ölümden. Ben mesela boğularak ve yanarak ölmekten fobi derecesinde korkuyorum. Ama bu ölümden korkmak anlamına gelmiyor, hani şunun gibi "eninde sonunda öleceğiz, ne zaman gelirse gelsin".

Bazı kimseler ölümü içlerinde büyütürken, bazı ki
mseler de sonrası için, ardında bırakacakları için ve hiçbir zaman hazır olmadıklarını düşündükleri için kafalarında olmadık senaryolar yazarak kendilerini üzmeyi başarabilirler. Yaşadıkları korkunç olaylar, hissiyatları, geçirdikleri ağır hastalıklar bunun için sağlam örneklerden bazılarıdır.


Misal benim annem bir kaç kez sağlam dönüşler yaşadı. Şükürlerimi ne taraflara saçabilirim bilmiyorum.


Bir de bunun anlaşılamayan kısmı var ki, olay artık insan psikolojisinde mi yoksa yaratılışlarında ve süründürdükleri yaşantıda mı yatıyor bilemiyorum.
Bizim ülke
mizde insanlar kefen parası barındırıyorlar. Ulan sen ölsen zaten her halükarda o para bir yerlerden çıkacak hea sahipsizsen de seni çöplüğe atıp yakmıyorlar ki. Ağır oldu biliyorum yadırgamayın ama söylemek istediğim şey aslında bahsettiklerim kadar karışık değil. Her şey ortada. Ne amaçla o parayı biriktiriyorsun, ne amaçla saklıyorsun istediklerin için harcamıyorsun, kendini eğlendirmiyorsun, o an gördüğün bir şey için, için giderken "kefen parası" diye içinden geçiriyorsun. Yahu bırak, ardında kalan adam "ulan bize de ne masraf oldu yahu gidişiyle" serzenişinde bulunmayacaktır herhalde. He ki bulunuyorsa bu tamamen seninle ilgili bir mevzudur, bundan sonra adımlarını düzgün atar sağlam gözlerle bakarsın etrafa. Diyorsan ki kime güvenebilirim ki arkamdan konuşan konuşur ben ayağımı en sağlam pabucuma sokayım da gerisi sorun yaratmasın, he o zaman sorarım; kime güvenmeyeceksin?


Anlamadığım anlamlandırmakta istemediğim pek çok nokta var kefen parası ile ilgili. Bir kült. Bir anneanne geleneği. Bir nevi önlem. Ölüme hazırlıklı yakalanma önlemi. Yahu ölümü bir ölen biliyor, lütfen rahat yaşar mısın azıcık. Söz bak her şey güzel olacak.


Biz kefen parasıyla eğleşirken başka milletlerde ise tabut derdiyle uğraşıyorlar. Ya bizim de onlar gibi kocaman yumuşacık yastıklı tabutlar içerisinde en şık kıyafetimizle yatmamız gerekseydi, he ne olurdu o zaman. Türkiye sınırları içerisinde böyle bir şeyi midem kaldırmazdı benim. Zaten o cesedin saatlerce topluluk içerisinde barındırılmasına hiç anlam verememişimdir.


Bazı yörelerin törelerinde hala daha var mesela. Ölen kişinin cesedi evin ortasına sere serpe serildikten sonra azgına da bir bıçak yerleştirilir, kıçına da pamuk cabası her zaman olduğu üzere.

Buna dayanabilen insanları büyük bir hevesle kutluyorum (kınıyorum). Helal olsun. Beden orda tepkisiz takılacak sen de daha çok acı çekebilmek için başında ağıtlar yakacaksın. Bana ters. Uymuyor törelerime.


Her şeyi söyleyemiyorum maalesef.


Kendine ait olan harikulade bir hayata sahipsin. İstediğin zaman kimseyi takmayabiliyorsun. Bazen kendini de takma. Düşünme böyle şeyleri rahat ol.


“Ölüm de hayat ta her şeyden daha değerlidir” demiş Joseph abim.


Nerden çıktı şimdi bu konu diyebilirsiniz bir anda yazma isteğiyle kavruldum alakasız.


Atıyorum ve de tutuyorum , top benim istediğim gibi oynarım..